Ülkemizde 2025 Şubat ayında Meclis’e sunulan bir kanun teklifiyle gündemimize giren iklim kanunu konusu nedir?
Anılan kanun teklifi, beraberinde uzun tartışmalarla birlikte 9 Temmuz 2025 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak kanunlaşmış bulunmaktadır. Kanuna getirilen başlıca eleştiriler şunlardır:
Sivil toplum kuruluşlarıyla herhangi bir beraberlik kurulmadan kanun aşamasının şekillenmesi,
Emisyon Ticaret Sistemi adında kurulan sistemin Türkiye’de atılan her adım gibi kimlere bir ticari kapı aralayacağı veya kimler tarafından ne şekilde kullanılacağına dair endişeleri ortadan kaldıracak bir netliğin yer almaması,
Bahsedilen ticaret sistemi içerisinde anılan tahsisatların alım ve satımının kim tarafından, hangi sınırla yapılacağının belli olmamasının, karaborsa bir enerji piyasası oluşmasına dair endişe duyulması,
Yine zikredilen sistemde emisyona ilişkin münferit şirketlere konulan üst sınırın ulusal çapta bir üst sınırı barındırıp barındırmadığı ve bu üst sınırın Türkiye çapında doldurulması hâlinde yeni kurulmak istenen firmalara hak verilmemesinin Anayasal hürriyetleri kısıtlamasına dair bir endişe duyulması,
Emisyona ve fosil yakıtlardan çıkışa dair hedef sürelerin öngörülmemiş olmasıdır.
Benim aklıma takılan şey ise, ülkemizin uluslararası bir enerji pazarı hâline dönüşüp dönüşmeyeceği veyahut uluslararası şirketlerin ülkemizi para karşılığında kirletip kirletmeyecekleridir.
Kanaatimdir k:
İklimi koruyacaksan evvela zihinlerde iklim, çevre, su, biyoçeşitlilik gibi konularda bir temel atacaksın.
Gelişmiş ülkelerin birçoğunun arzu ettiği ancak ellerinde bulunmayan genç nüfusu bilinçlendirecek ve sürecin paydaşı kılacaksın.
Peki Neden? Tanıdığımız en cani insanların dahi kendi çocuğuna zarar vermesi, kendi eserini ortadan kaldırması pek mümkün ve yaygın değildir. Hatta ömürlerini onları korumak uğruna adayabilmektedirler.
Anılan metaforla, ülkenin dört bir yanında yer alan ve mezuniyet hâllerinde bilimsel yeterlilikleri hayli şaibeli ve iş imkânı oldukça düşük olan; enerjilerini kahvehane köşelerinde oyun kartları, ıstakalarla veya malayani sohbetlerle çürüten gençliğin, kendi elleriyle kurulmasına vesile olduğu bir doğayı yıkması kolay olmayacaktır.
Yıllardır eğitim ve öğretimin iki bölümünden de yılgın ve yıkık mezunları, aslında körelen nesilleri konuşuyoruz. Ancak bu inanılmaz bütçelere mal olan nesillerin barındırdığı enerjiyi ne yazık ki doğru kullanamıyoruz.
Örneğin, niçin Kahramanmaraş’ta yer alan üniversite öğrencileri tarafından çöp toplama merkezi hâline getirilmiş, yaratılış harikası Döngel Mağaraları bölgesine; ekosistemi korumak ve biyoçeşitliliğin azalmasını önlemek için doğa yürüyüşü ve doğa temizleme etkinlikleri düzenlenmiyor?
Niçin, “Kıyamet koparken dahi elinde bir ağaç bulunursa onu dik.” diyen Peygamber’in ümmetince, her türlü imkâna rağmen öğrenciler için mezuniyet sorumluluğu olarak ağaç dikme şartı getirilmiyor?
Binbir meşakkatle bir ağaç diken ve onun gelişimini gözlemleyen bir gencin, parkın, bahçenin ortasındaki küçük bir fidanı eğlence uğruna koparması ne kadar mümkün olabilir? Veya bu ihtimal ne kadar azaltılır?
Canlının gelişimi için suyun kıymetini anlayan bir nesil, nasıl olur da sırf para kazanmak için on binlerce insanın tüketebileceği suyu enerji tesislerinde heba edebilir?
Hayat, doğa, bilgi, ticaret, ekosistem… Hiçbiri birbirinden ayrı unsurlar değildir. Ne yazık ki dikkatimizi, çekilen noktalardan ayıramamamız, bizim aralarındaki bağlantıyı görmemizi engellemektedir.
İnsan, hayatının her noktasında farkındalık sahibi bir birey olarak yaşayabilmelidir.
Peki, nedir bu farkındalık?
İnsanın yaptığı eylemlerin sonuçlarını ve içinde bulunduğu koşulları, neden-sonuç ilişkisini doğru bir şekilde gözlemleyip kavrayabilmesidir.
Hayatında hiç deniz görmemiş, hiç onun nimetlerini tatmamış bir insana okyanusların niçin kirletilmemesi gerektiğini anlatamazsınız. Veya hayatında hiç su sıkıntısı yaşamamış bir insana suyun önemini; hiç çölde kalmamış bir insana ağacı anlatamazsınız. Ancak farkındalık oluşturabilmek için gerekli deneyimi yaşatabilirsiniz.
Bir koyununu kurt kapan koyun sahibini, şehirli bir tüketici yalnızca bir sermaye kaybı olarak görebilir. Ancak koyun sahibi için bu, yalnızca bir ticari kayıp değil; kürkünden dolayı bir çoban kıyafetinin eksilmesi, günlük süt veriminin düşmesi, doğacak bir kuzunun eksilmesi, ahırında kış için bir koyunluk daha yer açılması, hayvanları için bir eksik yem alması ve çobana ödediği paranın nasıl azaltılacağı problemlerinin çözülmesidir. Yani aslında büyük bir sistemsel değişim söz konusudur.
İşte çoban veya koyun sahibi olmayan bir insana bu muhasebeyi ancak farkındalıkla tutturabilirsiniz.
Ezcümle; İklim Kanunu’nun yürürlüğe konmasına kötü demek; çelişki, mevcut kanuna yeterli demek; bilgisizlik, Kanun’un uygulanmasındaki suistimalleri takip etmemek; ihmalkarlık, İklim Kanunu’nu rant için kullanmak; ihanet, iklim değişikliğini engellemek ve çevreyi korumanın dermanını bu Kanun’da aramak ise…