Her inançtan, her milletten insanın bir arada barış, bereket, huzur içinde, temel hak ve özgürlüklerinin koruma altında olduğu bir sistemde yaşamak, doğuştan gelen olağan hakkıdır.
Yönetim şeklinin, örf ve adetlerin, yani manevi değerlerin korunmasının yanı sıra, ilim ve akılcı düşünceye dayalı bir yaklaşımın benimsenmesi beraberinde adil düzeni getirir. İnsanların hak ve adaletinin sağlandığı bir dünya düzeni içerisinde, refah ve huzur içinde yaşaması hedeflenmelidir. Ancak akıl, bilim, vicdan, tarih, hukuk ve din gibi ölçütlerin ortak paydasında ki sistemler sağlıklı işleyebilir.
Tarihin ilk çağlarından bu yana insanoğlu, adalet ve eşitlik arayışı içerisinde olmuştur. Vatandaşın fiziksel güvenliğinin yanı sıra onuru, itibarı, düşünce ve dini inançlarının özgürlüğü de teminat altında olmalıdır. Bireyleri ve sivil toplum örgütlerini kapsayan tabanın, adil düzen odağıyla hareket etmemesi; farklı siyasi, toplumsal düşünce ve projeler arasında, bir uzlaşma yönetimi olmaktan çıkarak “ötekiler” kavramıyla susturma, sindirme, sahadan uzaklaştırma olarak, bir tabansal hareket oluşur. “Ötekilere” korku salan, nefes aldırmayan, liderin varlığına hizmet uğruna trolculuk-muhbircilik yapan; medyada, iş dünyasında, siyasette, akademide ve hatta günlük yaşamda, en ufak karşıtlığa bile, aşırı tepki verilmesi ancak toplumu huzursuzluğa sürükler. Her ülkede, ortadan bölünmüş bir toplumun arzusunda olan “düşmanların” varlığı, bilinen bir gerçektir. Vatandaşın huzurunun, muktedir olmasını sabote etmeye odaklı bu güçlerle mücadele etmek, vatan borcudur. “Milli İrade” kavramı dendiğinde; siyasette bağırış-çağırış algısı sonlanmalı, projelerle, siyasi nezaketle, yapıcı ve birleştirici bir yaklaşımla hareket edilmesi, milletin faydasına olacaktır. “Siyasal korku”, farklı siyasi düşüncelerin gelişimini engeller.
Yerleşik siyasal kültürün; muhalefet korkusuyla, özgürlük korkusuyla, kaos korkusuyla şekillenmesi, toplumun sürekli teyakkuz halinde olması sonucunu doğurur. Dolayısıyla toplumsal huzursuzluk had safhaya ulaşarak, güven ortamı arayışı, olağan bir davranış modeli haline dönüşür.
Dünyayı değiştiren güncel, toplumsal ve politik olaylar çerçevesinde gelişen hadiseler, birlik ve beraberlik odaklı, çözüm süreçleriyle yönetilmelidir. Ülkelerin varlık ve bekasını, milletlerin dirlik ve birliğini, geleceğin muasırlaşma ufkunu zehirleyen, anti demokratik ve hukuk dışı eğilimlerin beslenmesine son verilmelidir. Milletleri oluşturan tüm fertlerin, devletine olan güvenine ket vuran “korku enstrümanı” olarak seçilen yollar, terk edilmelidir. Bu bağlamda ki yönetim modelleri, kısa vadede başarılı gibi görünse de üretilen korkular üzerinden ancak zaman kazanılabilirler. Gelecek vade de ise toplumlara dayatılan bu anlayış biçimi, yok olmaya mahkumdur. Farklılıkların bir tehdit unsuru olarak algılanmadığı, aksine demokratik düzenin temel taşlarından biri olduğu tasavvur edilmelidir. Batı merkezli söylemler, toplumun üyeleri arasında etnik, kültürel, dilsel, dinsel gibi çeşitliliğin bir arada barış ve huzur içinde yaşamasını temin edecek yasallaştırmayı sağlayamamış, bu farklı yapılar arasında, birlik hissinin oluşturulması konusunda başarı kaydedememiştir.
Oysa ki Türkiye Cumhuriyeti toprakları, her daim, onlarca etnik kültüre ev sahipliği yapmış, huzur ve barış içinde yaşamayı başarmıştır. Hukuki temellerin yanı sıra, örf ve adetlerimizle, manevi kimliğimiz ve yurttaşlık birliğimizle dünyaya örnek teşkil ettiğimizin unutulmaması dileğiyle…