Ayhan BENLİ
Köşe Yazarı
Ayhan BENLİ
 

ÜRETMEK AMA NASIL?

1970’lerde hayata başlayan biri olarak ailemden öğrendiğim en önemli şey, “iktisatlı” olmaktı. Ancak bana öğretilen iktisat ile modern anlamdaki iktisatın örtüşmediğini daha sonraları fark ettim. Şimdilerde bana sorsalar, “Hayat nedir?” diye, “ölçü” derim. “Din nedir?” deseler yine “ölçü” derim. Yani ölçülü olmak… Sevgide, saygıda, öfkede, üretimde, tüketimde ölçülü olmak. Bana öğretilen anlamıyla iktisat, işte tam da bu ölçülü olmak demekti. Uzay araştırmaları yaşanabilir başka bir gezegen var mı diye sürerken, biz elimizdeki yaşanabilir tek gezegenimizi yaşanmaz hâle getirmek için en küçük bireyden en büyük dünya şirketlerine kadar adeta el ele vererek elimizden geleni yapıyoruz. Yangınlar, çöpler, savaşlar, kimyasal ve nükleer atıklar… Yeryüzünde yaşayan insan sayısı 8 milyarı geçmiş durumda. Ancak hem birey bazında hem milletler düzeyinde yaşam şartları o kadar farklı ki… Bir tarafta açlık ve sefalet, öbür tarafta konfor, lüks, şatafat ve israf almış başını gidiyor. Ülke ekonomileri de benzer durumda. Bir yanda dünyayı sömüren büyük ekonomiler, diğer yanda açlık ve iç karışıklıklarla mücadele eden, otorite olamayan devletlerin elinde oyuncak olmuş küçük ülkeler… Amacım aslında tüm bu adaletsizlikleri ve savaşları irdelemek değil. Ancak masum görünen ekonomik verilerin en temel ögesi üretimi artırmak üzerine kurulu. Yani dünya kaynaklarını; gıda, giyim, elektronik, savunma gibi alanlarda kullanılır hale getirmenin adı “üretim.” Çokça üretmek, pazarlamak ve tükettirmek. Yani kapitalizm… Çok üretmek, çok tükettirmek. Başarının temel ölçütü artık bu. İnsanların ya da insanlığın ne kadar ihtiyacı olduğu kimsenin umurunda değil. Yeter ki üretin, dünya kaynaklarını sonuna kadar kullanın ve yine üretin. Sonra kaygılar oluşturun, “moda” deyin, çatışma çıkarın ve daha da fazlasını tükettirin… Bu anlamda üretmek, aslında bir tür tüketim değil mi? Yol kenarlarında taş ocakları açılarak yarısı yok olmuş dağları görünce içim ürperiyor. Orman arazilerine dikilen beton villalar neyin üretimi? Denizin ortasına doğru uzanan taş yığınlarından oluşan limanlar, vızır vızır işleyen gemi trafiği, milyonlarca yolcuyu taşımakla övünülen hava yolları, milyonlarca varil petrol çıkaran tesisler, devasa kimya fabrikaları ve bacalarından tüten dumanlar… Tüm bunların arasında evine bir lokma ekmek götürmeye çalışan, bir araba ya da beyaz eşya alma hayali kuran, deniz kenarında 10 gün tatil yapabilmek uğruna çırpınan insanlar… Hangi üretimin parçası onlar? Üretirken yok ettiğimiz doğamız, dağlarımız, ormanlarımız… Kirlettiğimiz denizlerimiz… Nüfusumuzun yarısından fazlası geliyor diye övündüğümüz turistlerimiz… Onlar geliyor diye giremediğimiz koylarımız, sahillerimiz… Ve kaybettiğimiz onurumuz, kimliğimiz… Konu çok uzun. Ancak üretmek sanıldığı kadar masum değil. Asıl düstur şu olmalı: Önce yaşayacağımız kadar tüketmek, sonra tüketeceğimiz kadar üretmek. Üretim esnasında oluşan fazlalıkları da az olan ürünlerle değiş tokuş etmek… Evet belki size bu fikir eski moda gelebilir, ama düşünün: Eskimeden çöpe atılan kıyafetler, kullanılmadan israf edilen eşyalar, göz doymadığı için alınan ama tüketilmeyen ekmek ve gıda maddeleri… Artık, tüketilenden çok daha fazlası çöpe gidiyor. Sizce dünya bunu daha ne kadar taşıyabilir? Hayatı yalnızca maddi üretime ve hayvani tüketime indirgeyen, herkese yetecek doğal kaynakları birbirinden kapmak için milyonlarca insanı öldüren, bombalarla yer yüzünü delik deşik eden bu sistem… Gezegenimiz, atmosferimiz bu yükü daha ne kadar kaldırabilir? Pandemi sürecinde yavaşlayan hayatla birlikte her şey nasıl da nefes almıştı, değil mi? Kendimize soralım: Dolaplarımızdaki kıyafetlerle insanlar ayıplamadan kaç yıl yaşarız? En az üç-beş yıl değil mi? Yediklerimizi yarı yarıya azaltsak… Belki de eksilmek bir yana, çok daha sağlıklı bir yaşama kavuşmaz mıyız? İşte buna ben, çocukken öğrendiğim iktisat modeli diyorum: Yetecek kadar üretmek, yaşayacak kadar tüketmek ve fazlayı paylaşmak ya da değiş tokuş yapmak… Daha az kirleten, kendini daha çok yenileyen bir dünya oluşturmak… Çocuklarımıza kasalar dolusu para, son model arabalar, lüks evler değil; temiz bir hava, sağlıklı bir toprak, tehlikesiz bir dünya bırakmak daha iyi değil mi? Yoksa bu vahşi kapitalizm; üretim çılgınlığı ve hoyrat tüketimle insanlığı sonlandıracak. Hem de çok yakın bir zamanda. 
Ekleme Tarihi: 01 July 2025 - Tuesday

ÜRETMEK AMA NASIL?

1970’lerde hayata başlayan biri olarak ailemden öğrendiğim en önemli şey, “iktisatlı” olmaktı. Ancak bana öğretilen iktisat ile modern anlamdaki iktisatın örtüşmediğini daha sonraları fark ettim.

Şimdilerde bana sorsalar, “Hayat nedir?” diye, “ölçü” derim. “Din nedir?” deseler yine “ölçü” derim. Yani ölçülü olmak… Sevgide, saygıda, öfkede, üretimde, tüketimde ölçülü olmak. Bana öğretilen anlamıyla iktisat, işte tam da bu ölçülü olmak demekti.

Uzay araştırmaları yaşanabilir başka bir gezegen var mı diye sürerken, biz elimizdeki yaşanabilir tek gezegenimizi yaşanmaz hâle getirmek için en küçük bireyden en büyük dünya şirketlerine kadar adeta el ele vererek elimizden geleni yapıyoruz. Yangınlar, çöpler, savaşlar, kimyasal ve nükleer atıklar…

Yeryüzünde yaşayan insan sayısı 8 milyarı geçmiş durumda. Ancak hem birey bazında hem milletler düzeyinde yaşam şartları o kadar farklı ki… Bir tarafta açlık ve sefalet, öbür tarafta konfor, lüks, şatafat ve israf almış başını gidiyor.

Ülke ekonomileri de benzer durumda. Bir yanda dünyayı sömüren büyük ekonomiler, diğer yanda açlık ve iç karışıklıklarla mücadele eden, otorite olamayan devletlerin elinde oyuncak olmuş küçük ülkeler…

Amacım aslında tüm bu adaletsizlikleri ve savaşları irdelemek değil. Ancak masum görünen ekonomik verilerin en temel ögesi üretimi artırmak üzerine kurulu.

Yani dünya kaynaklarını; gıda, giyim, elektronik, savunma gibi alanlarda kullanılır hale getirmenin adı “üretim.” Çokça üretmek, pazarlamak ve tükettirmek. Yani kapitalizm… Çok üretmek, çok tükettirmek. Başarının temel ölçütü artık bu. İnsanların ya da insanlığın ne kadar ihtiyacı olduğu kimsenin umurunda değil. Yeter ki üretin, dünya kaynaklarını sonuna kadar kullanın ve yine üretin. Sonra kaygılar oluşturun, “moda” deyin, çatışma çıkarın ve daha da fazlasını tükettirin…

Bu anlamda üretmek, aslında bir tür tüketim değil mi? Yol kenarlarında taş ocakları açılarak yarısı yok olmuş dağları görünce içim ürperiyor. Orman arazilerine dikilen beton villalar neyin üretimi? Denizin ortasına doğru uzanan taş yığınlarından oluşan limanlar, vızır vızır işleyen gemi trafiği, milyonlarca yolcuyu taşımakla övünülen hava yolları, milyonlarca varil petrol çıkaran tesisler, devasa kimya fabrikaları ve bacalarından tüten dumanlar… Tüm bunların arasında evine bir lokma ekmek götürmeye çalışan, bir araba ya da beyaz eşya alma hayali kuran, deniz kenarında 10 gün tatil yapabilmek uğruna çırpınan insanlar… Hangi üretimin parçası onlar?

Üretirken yok ettiğimiz doğamız, dağlarımız, ormanlarımız… Kirlettiğimiz denizlerimiz… Nüfusumuzun yarısından fazlası geliyor diye övündüğümüz turistlerimiz… Onlar geliyor diye giremediğimiz koylarımız, sahillerimiz… Ve kaybettiğimiz onurumuz, kimliğimiz…

Konu çok uzun. Ancak üretmek sanıldığı kadar masum değil. Asıl düstur şu olmalı: Önce yaşayacağımız kadar tüketmek, sonra tüketeceğimiz kadar üretmek. Üretim esnasında oluşan fazlalıkları da az olan ürünlerle değiş tokuş etmek… Evet belki size bu fikir eski moda gelebilir, ama düşünün: Eskimeden çöpe atılan kıyafetler, kullanılmadan israf edilen eşyalar, göz doymadığı için alınan ama tüketilmeyen ekmek ve gıda maddeleri… Artık, tüketilenden çok daha fazlası çöpe gidiyor.

Sizce dünya bunu daha ne kadar taşıyabilir? Hayatı yalnızca maddi üretime ve hayvani tüketime indirgeyen, herkese yetecek doğal kaynakları birbirinden kapmak için milyonlarca insanı öldüren, bombalarla yer yüzünü delik deşik eden bu sistem… Gezegenimiz, atmosferimiz bu yükü daha ne kadar kaldırabilir?

Pandemi sürecinde yavaşlayan hayatla birlikte her şey nasıl da nefes almıştı, değil mi?

Kendimize soralım: Dolaplarımızdaki kıyafetlerle insanlar ayıplamadan kaç yıl yaşarız? En az üç-beş yıl değil mi?

Yediklerimizi yarı yarıya azaltsak… Belki de eksilmek bir yana, çok daha sağlıklı bir yaşama kavuşmaz mıyız? İşte buna ben, çocukken öğrendiğim iktisat modeli diyorum: Yetecek kadar üretmek, yaşayacak kadar tüketmek ve fazlayı paylaşmak ya da değiş tokuş yapmak… Daha az kirleten, kendini daha çok yenileyen bir dünya oluşturmak… Çocuklarımıza kasalar dolusu para, son model arabalar, lüks evler değil; temiz bir hava, sağlıklı bir toprak, tehlikesiz bir dünya bırakmak daha iyi değil mi?

Yoksa bu vahşi kapitalizm; üretim çılgınlığı ve hoyrat tüketimle insanlığı sonlandıracak. Hem de çok yakın bir zamanda. 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve tarafsizhaber.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.