ABB
Semih KILIÇ
Köşe Yazarı
Semih KILIÇ
 

İDEOLOJİ TEKELİ

Ülkemiz sıklıkla ideolojik kamplaşmaya tabii tutularak toplumsal kamplaşmaya maruz kalmakta. 99 yıllık Cumhuriyet tarihine dönüp baksak ‘kan gövdeyi götüren’ seviyelere varan kadar toplumsal kamplaşmayı farklı cenahlar arasında yaşıyoruz. Sürekli birileri bir başkasından hesap sormakta, sürekli birileri mağdur olmakta. İşin ilginci mağdur olan mührü eline aldığında karşıt görüşüne sahip olanları en âlâsından mağdur etmekte. Bu durum düzelmiyor, kolay kolay da düzelmeyecek de. Çünkü sorunumuz salt fikirlerin çarpışmasından değil aksine çarpıştıracak bir fikir ortaya konmadan çeşitli kamplar oluşturup ortak görüşlere sahip paydalarda buluşmadan kavga vermesinden kaynaklanıyor. Ve ben bu yazımda sürekli olarak kamplaşmamızdan değil de ortak paydaları konuşamamaktan ve ideolojileri tekele almaktan bahsedeceğim. Başta da belirttiğim gibi ideolojik olarak sürekli farklı kutuplara ayıran ülkemizde her mahallenin bir ideolojisi bu ideolojiyi inşa ederken ya da yaşamaya çalışırken yaşadığı travmatik olayı ve şehitleri var. Şimdi burada tekrar tekrar sıralamaya gerek duymuyorum bu travmatik olayları. Ayrıca her ideolojinin travmasına ve ideolojileri uğrunda kaybettikleri insanlara büyük saygı duyuyorum. Benim itirazım son dönemde insanların birbirine sürekli hesap sormasına neden olan durumlarla alakalı. Örneğin iktidar eleştiriliyor, zamanında bu iktidarın parçası olan ya da oy vermiş olan ve hatta karşıt görüşten olsa dahi demokratik bir gelişme olduğu için 2010 referandumuna destek vermiş olanlar ‘gerçek muhalifler’ tarafından iktidarı eleştirmekten men ediliyorlar. Verilen tepki de her defasında aynı oluyor; ‘Gezi’de neredeydin?’ ‘2010’da yetmez ama evet derken iyiydi ama’ ‘Bu iktidarı siz yeşerttiniz’ gibi milyon tepki örneklenebilir buna. Ne yapması gerekiyor bu insanların; siyasi olarak sonsuza dek susmaları, geç de olsa gördükleri yanlışı haykırmamaları falan mı? Muhalif olmak sol ideolojilerle bağdaştırılsa da pek tabii ki her kesimden insanın ortaya koyabileceği tepkilerle dahil olabileceği bir duruş olabilir. Burada önemli olan ortaya gerçek bir fikir konmasında. Geçmişte İslamcı ya da Milliyetçi olan bir çok ismin zaman içerisinde bu duruşlarını kaybederek ‘sosyal demokratlığa’ ya da ‘sol’ görüşlere evirildiğine defalarca şahit oldu bu ülke. Keza tersine de şahit oldu. Zamanın en sert solcuları gün geldi ‘demokrat’ duruşundan ötürü AKP saflarına katıldı gün geldi o ‘AKP’ nin kaybettiği demokratlığı üzerinden tekrar muhalifliğe döndü. Bunun simetrisi günümüz iktidarı için ise çok yakın tarihli bir mottoyla ifade ediliyor; ’15 Temmuz’da neredeydin’. Esasında 1-2 sene öncesine kadar sıklıkla duyduğumuz bu ifadeyi iktidarın azalan desteği ile daha az duyar olduk ama muhafazakârların da en büyük travması 28 Şubat ve 15 Temmuz. Başörtüsü sorununda bir çok sol kimlikli özgürlükçü arkadaşını yok sayan muhafazakârlar bugün oturdukları koltukları o sevmedikleri ama kendilerine en önde destek veren solculara kaptırmamak için canhıraş bir mücadele veriyor. Ve yeri geldiğinde darbenin karşısında durduklarını belirtmelerine, iktidara açıktan destek vermelerine rağmen muhalif kesimi ‘darbecilikle’ suçluyorlar. Örnekleri anlatmaya devam etsem herhalde bir 3-4 yazılık konu çıkartırım kendime. Ancak bu beyhude bir çaba olur çünkü yaşananı anlatmak basit tespitler ortaya koymanın ötesine geçemez. Bizim burada yapmamız gereken tespitlerin ötesinde tedavi reçetesi ortaya koymakta. Hiç kimse muhalifliği, solu, Atatürkçülüğü, milliyetçiliği, dindarlığı, muhafazakârlığı kendi tekeline almamalı hatta alamaz. Eğer yaşadığımız tarvmalarla alakalı bir kesimle gerçek sorunumuz varsa demokrasi paydasında oturup makul çerçevede anlaşabilmeliyiz. Hele hele siyaset dilinin yozlaştığı, popülizmin zirve yaptığı, üslubun kalmadığı ve mağdur olanın yoksayıldığı böyle bir dönemde her kesim kendi fikrini açıktan ifade etmeli ve ideolojik mücadelesindeki karşıtları ile gerekirse işbirliği yapabilmeli. Altılı Masa bu açıdan çok şey vaat ediyor ülkeye. Bu masanın iktidarı almaktan önce ülkeye kazandırması gereken bir çok haslet var. Mesela bir kesimin sorununu, mağduriyetini, ezilmişliğini oy potansiyeli üzerinden değil demokratik endişelerle ele alması gerekiyor. Sadece Atatürk milliyetçiliğinin, sosyal demokrasinin ya da dindarlığın konforunu değil 80 milyonun konforunu hedefleyerek adım atması gerekiyor. Bunu yaparken hiçbir görüşü, ifade kaçırmadan herkesi dinleyerek ve ideolojisini tekelinde görmeden hareket etmesi gerekiyor. İdeolojisini tekel sanmadan...     
Ekleme Tarihi: 24 Haziran 2022 - Cuma

İDEOLOJİ TEKELİ

Ülkemiz sıklıkla ideolojik kamplaşmaya tabii tutularak toplumsal kamplaşmaya maruz kalmakta. 99 yıllık Cumhuriyet tarihine dönüp baksak ‘kan gövdeyi götüren’ seviyelere varan kadar toplumsal kamplaşmayı farklı cenahlar arasında yaşıyoruz. Sürekli birileri bir başkasından hesap sormakta, sürekli birileri mağdur olmakta. İşin ilginci mağdur olan mührü eline aldığında karşıt görüşüne sahip olanları en âlâsından mağdur etmekte. Bu durum düzelmiyor, kolay kolay da düzelmeyecek de. Çünkü sorunumuz salt fikirlerin çarpışmasından değil aksine çarpıştıracak bir fikir ortaya konmadan çeşitli kamplar oluşturup ortak görüşlere sahip paydalarda buluşmadan kavga vermesinden kaynaklanıyor. Ve ben bu yazımda sürekli olarak kamplaşmamızdan değil de ortak paydaları konuşamamaktan ve ideolojileri tekele almaktan bahsedeceğim.

Başta da belirttiğim gibi ideolojik olarak sürekli farklı kutuplara ayıran ülkemizde her mahallenin bir ideolojisi bu ideolojiyi inşa ederken ya da yaşamaya çalışırken yaşadığı travmatik olayı ve şehitleri var. Şimdi burada tekrar tekrar sıralamaya gerek duymuyorum bu travmatik olayları. Ayrıca her ideolojinin travmasına ve ideolojileri uğrunda kaybettikleri insanlara büyük saygı duyuyorum. Benim itirazım son dönemde insanların birbirine sürekli hesap sormasına neden olan durumlarla alakalı. Örneğin iktidar eleştiriliyor, zamanında bu iktidarın parçası olan ya da oy vermiş olan ve hatta karşıt görüşten olsa dahi demokratik bir gelişme olduğu için 2010 referandumuna destek vermiş olanlar ‘gerçek muhalifler’ tarafından iktidarı eleştirmekten men ediliyorlar. Verilen tepki de her defasında aynı oluyor; ‘Gezi’de neredeydin?’ ‘2010’da yetmez ama evet derken iyiydi ama’ ‘Bu iktidarı siz yeşerttiniz’ gibi milyon tepki örneklenebilir buna. Ne yapması gerekiyor bu insanların; siyasi olarak sonsuza dek susmaları, geç de olsa gördükleri yanlışı haykırmamaları falan mı? Muhalif olmak sol ideolojilerle bağdaştırılsa da pek tabii ki her kesimden insanın ortaya koyabileceği tepkilerle dahil olabileceği bir duruş olabilir. Burada önemli olan ortaya gerçek bir fikir konmasında. Geçmişte İslamcı ya da Milliyetçi olan bir çok ismin zaman içerisinde bu duruşlarını kaybederek ‘sosyal demokratlığa’ ya da ‘sol’ görüşlere evirildiğine defalarca şahit oldu bu ülke. Keza tersine de şahit oldu. Zamanın en sert solcuları gün geldi ‘demokrat’ duruşundan ötürü AKP saflarına katıldı gün geldi o ‘AKP’ nin kaybettiği demokratlığı üzerinden tekrar muhalifliğe döndü.

Bunun simetrisi günümüz iktidarı için ise çok yakın tarihli bir mottoyla ifade ediliyor; ’15 Temmuz’da neredeydin’. Esasında 1-2 sene öncesine kadar sıklıkla duyduğumuz bu ifadeyi iktidarın azalan desteği ile daha az duyar olduk ama muhafazakârların da en büyük travması 28 Şubat ve 15 Temmuz. Başörtüsü sorununda bir çok sol kimlikli özgürlükçü arkadaşını yok sayan muhafazakârlar bugün oturdukları koltukları o sevmedikleri ama kendilerine en önde destek veren solculara kaptırmamak için canhıraş bir mücadele veriyor. Ve yeri geldiğinde darbenin karşısında durduklarını belirtmelerine, iktidara açıktan destek vermelerine rağmen muhalif kesimi ‘darbecilikle’ suçluyorlar.

Örnekleri anlatmaya devam etsem herhalde bir 3-4 yazılık konu çıkartırım kendime. Ancak bu beyhude bir çaba olur çünkü yaşananı anlatmak basit tespitler ortaya koymanın ötesine geçemez. Bizim burada yapmamız gereken tespitlerin ötesinde tedavi reçetesi ortaya koymakta. Hiç kimse muhalifliği, solu, Atatürkçülüğü, milliyetçiliği, dindarlığı, muhafazakârlığı kendi tekeline almamalı hatta alamaz. Eğer yaşadığımız tarvmalarla alakalı bir kesimle gerçek sorunumuz varsa demokrasi paydasında oturup makul çerçevede anlaşabilmeliyiz. Hele hele siyaset dilinin yozlaştığı, popülizmin zirve yaptığı, üslubun kalmadığı ve mağdur olanın yoksayıldığı böyle bir dönemde her kesim kendi fikrini açıktan ifade etmeli ve ideolojik mücadelesindeki karşıtları ile gerekirse işbirliği yapabilmeli. Altılı Masa bu açıdan çok şey vaat ediyor ülkeye. Bu masanın iktidarı almaktan önce ülkeye kazandırması gereken bir çok haslet var. Mesela bir kesimin sorununu, mağduriyetini, ezilmişliğini oy potansiyeli üzerinden değil demokratik endişelerle ele alması gerekiyor. Sadece Atatürk milliyetçiliğinin, sosyal demokrasinin ya da dindarlığın konforunu değil 80 milyonun konforunu hedefleyerek adım atması gerekiyor. Bunu yaparken hiçbir görüşü, ifade kaçırmadan herkesi dinleyerek ve ideolojisini tekelinde görmeden hareket etmesi gerekiyor. İdeolojisini tekel sanmadan...     

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve tarafsizhaber.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.